Thursday, August 29, 2013

Ceres’te Hayat Var mı?

Mars ile Jüpiter arasında ye alan asteroid kuşağının en büyük yüzölçümüne sahip cismi olan Ceres, son yapılan gözlemler neticesinde, bitkisel hayata elverişli ortam sunduğunu gösteriyor. Ceres, element zenginliği açısından Jüpiter’in uydusu Europa ve Satürn’ün uydusu Enceladus’a bir hayli benziyor. Bu da NASA’nın ilgisini çekmeye yetiyor.


2015 yılının Mart ayında NASA’nın Dawn adlı uzay görevi ile birlikte, Ceres’i daha yakından inceleme fırsatına kavuşacağız. Dawn, Ceres’e yaklaşarak atmosfer düzeyinde gözlemler yapacak ve bulgular toplayacak. Bu bulguları NASA’daki JPL’e gönderecek olan Dawn, bu sayede Ceres’teki yaşam koşullarını daha iyi anlayabilmemizi sağlayacak.



JPL’den Julie Castillo, Ceres için “Güneş Sistemi’ndeki oyunun kurallarını değiştirebilir” diyor. Pek haksız da sayılmaz. Zira eğer Ceres’te beklenildiği gibi bitkisel düzeyde yaşam tespit edilir ise, bu, Dünya’ya en yakın yaşamın Europa, Titan veya Enceladus’ta değil, Ceres’te olduğunu gösterecek.

Ceres 1801’de ilk defa gözlemlendiğinde, bu cismin bir gezegen olduğu düşünülmüştü. Daha sonraki yıllarda yapılan gözlemler, Ceres’in Mars ile Jüpiter arasında yer alan asteroid kuşağındaki en büyük cisim olduğu, yani aslında alelade bir asteroid olduğunu düşünmemizi sağlamıştı. Son yıllarda Ceres üzerinde çalışmalarını arttıran bilim insanları, artık Ceres’in cüce gezegen olduğu konusunda hemfikir. Ayrıca cismin buzul kayaç yapısı, bilim insanları fazlasıyla heyecanlandırıyor. Hatta 2006 yılında Pluton’un gezegen statüsünü kaybetmesine yol açan çalışma, aslında Ceres gibi cisimlerin cüce gezegen statüsünde sayılmasını sağlamak amacıyla yapılmıştı. Pluton o tarihte alınan kararın sadece kurbanı olmuştu. İşe bilimsel açıdan bakarsak ise, gerçekten de Pluton, Ceres’e olan benzerliği sayesinde bir gezegenden çok cüce gezegen görünümüne sahip.


Ceres’in ortalam yüzölçümü büyüklüğü, Amerika Birleşik Devletleri’nin Teksas eyaleti kadar. Ceres’i diğer asteroid’lerden ayıran bir diğer özellik ise, diğer asteroid’lerin şekilsiz yapısından farklı olarak daha yuvarlak bir şekle sahip olması. Bu şekil, Ceres’i ayrıca değerli kılıyor. Enceladus’un yaklaşık 2 katı büyüklüğünde olan Ceres, bu yüzölçümüne kıyasla sahip olduğu kütle sayesinde oldukça düşük bir yoğunluğa sahip. Bu, Ceres’in buzul kayaç yapılarının yüzeyden daha çok, çekirdeğe yakın olabileceğine işaret ediyor. Dawn görevinde yer alan astrofizikçi Britney Schmidt, Ceres’in toz toprak ve kil ile kaplı yüzeyinin altında oksijen buzulları olduğuna inandıklarını belirtiyor.

Dünya’ya, Dünya’nın Güneş’e olan uzaklığından 3 katı daha yakın (1/3 AB) uzaklıkta bulunan Ceres, bu konumu sayesinde belli tür yaşam formları için ideal sıcaklık düzeyini gök cisminde tutmayı başarıyor. Peki asteroid kuşağında bulunan bu cisim, yaşamın oluşması için fazla riskli bir bölgede bulunmuyor mu? Bu soruya ‘Evet, fazlasıyla riskli bir bölgede bulunuyor’ cevabını vermek hiç de zor değil. Fakat Britney Schmidt, Hubble’ın Ceres gözlemlerine dayanarak yaptığı araştırmalarda, Ceres’e Güneş Sistemi’nin ilk oluşumu  esnasında, yani gezegenlerin şu anki konumlarına ulaşmasını sağlayan süreçte Ceres’in çok fazla ölümcül darbe aldığını, fakat günümüz epokunda Ceres’in bu izlerin hepsini temizlediğini söylüyor.

Yakın gelecekte (~2300) Güneş Sistemi’nde kolonileşmesini tamamlamış olmayı amaçlayan bilim dünyası, Ceres’i pek ala bir ara durak olarak kullanabilecek gibi görünüyor.

No comments:

Post a Comment