Wednesday, June 10, 2009

Ay'da inecek var!

Japonların uzay araştırma merkezi Jaxa'nın, Ay araştırmaları için uzaya fırlattığı Kaguya, Ay'a çarpmak üzere!

Şu an için Ay yüzeyinden 5-6 kilometre yükseklikte seyreden Kaguya, bizim saatimize göre 20:30 gibi yüzeye çarpacak. Teleskopla görülebileceğini sanmıyorum, o yüzden Jaxa'nın ve Kaguya'nın sitesini takip etmekte fayda var. Belki diğer uydulardan çekilen birkaç görüntüyü yayınlarlar.

Şu video, Ay yüzeyinden 11 kilometre yükseklikte çekilmiş:



Şu ise 21 kilometre yükseklikten Antoniadi lunar crater'inin bir videosu:


Devamını Oku!

Friday, May 8, 2009

Çılgın Nötron Yıldızı!

Nötron yıldızları evrendeki en sıradışı objelerdir desek yeridir. Tabii ki kimse bu konuda karadeliklerin eline su dökemez. Fakat gerek oluşum süreçleri gerekse fiziksel yapıları itibariyle şahsen çok ilginç birer cisim olarak görmekteyim nötron yıldızlarını. Kendileri hakkında kısa bir bilgi verdikten sonra bu yazıyı yazmama sebep olan yıldızdan bahsetmeye başlayacağım.



Tüm yıldızlar aslında canlılar gibi bir evrim geçirirler. Bu evrimsel süreci kısaca şöyle sıralayabiliriz:

  • Doğum
  • Yaşam
  • Ölüm
Tıpkı canlılar gibi değil mi? E tabii ki her yıldız aynı evrimi geçirecek değil. Astrofiziksel açıklamalara ve formüllere çok girmeyeceğim. Kısaca yıldızlar, başlangıç ve ölürlerkenki (yıldızın ölümü=içerisindeki hidrojenin bitmesiyle başlayan süreçtir) kütlelerine göre nasıl bir son yaşayacaklarını belirler.

Güneş'imizin de aralarında bulunduğu yıldızlar önce hızla genişleyerek bir kırmızı dev olurlar, sonra da giderek küçülürler ve beyaz cüce olurlar. Eğer kütlesi belli bir değerden büyükse o zaman dejenere basınç devreye girer ve bu süreç farklı işler. Yıldız büyük bir patlama geçirir ve atomlarındaki parçacıkları dışarı atar. Bu patlamaya süpernova diyoruz. Sonuç olarak süpernova patlamasının merkezinde küçük bir cisim kalır. Bu cisim dediğimiz yıldız, atomlarındaki elektronları ve protonları kaybetmiş olduğundan atomlarının çekirdeklerindeki nötrondan ibaret olurlar. Atomlar arası boşluklar da nötronlarla dolacağı için yıldız küçücük bir şey olur. Bu türe de nötron yıldızı deniliyor. Türkiye büyüklüğünde nötron yıldızları olduğu gibi, daha küçük nötron yıldızları da tespit edilmiş durumda.

Kütlesi çok büyük olan yıldızlar ise dejenere basınçtan nasibini alamadan kütleçekim kuvvetine yenilirler ve içe doğru çekimi durduracak bir kuvvet olmadığından yok olana kadar kendi kütlesi üzerinde çökmeye devam ederler. Sonuç: ortamda bir karadelik oluşur.

Falan filan. Bizi ilgilendiren yıldıza dönelim hadi.


Chandra Uydusu'nun çektiği fotoğrafta görülen yıldız bir nötron yıldızı. Kendisi Pupis Süpernova'sının bir kalıntısı, ve saatte 4.8 milyon kilometre gibi deli bir hızla galaksimizden uzaklaşıyor. Fotoğraftaki ilk kare 1999 yılında çekilmiş, ikincisi ise 2005. Aradaki mesafeyi alması için gereken hızı 4.8 milyon kilometre olarak hesaplanmış.

NASA astronomlarından Robert Petre, yıldızlar ilgili olarak; "Doğar doğmaz galaksiden uzaklaşacak şekilde bir doğrultuda ilerlemeye başlamış olmalı. Genelde galaksimizin dışına doğru ilerleyen yıldızların hızları bunun kadar yüksek olmaz. Bu, ilk defa karşılaştığımız bir yıldız" diyor.

Bu yıldızı görür görmez aklıma Arthur C. Clarke'ın RAMA adlı kitabı geldi. Onda da sıradışı bir yıldız normal üstü bir hızla ilerliyordu. Fakat bu yıldızın aksine Dünya'mıza doğru. Tabii sonradan onun bir yıldız olmadığı falan öğreniliyordu. Gerisi spoiler.

İşte kaynak.

Devamını Oku!

Monday, April 27, 2009

Samanyolu'nun 3-D Modeli

Belki de görmüşsünüzdür tabii, ama buradan sizlerle paylaşmak istedik. Samanyolu'muzun 3-Boyutlu olarak bir modelini hazırlamışlar. İçerisinde Güneş'in de konumunu gösteriyorlar. Kısacası videoda Güneş Sistemi'mizin galaksimizdeki konumunu da görebiliyoruz. Ayrıca galaksinin Bulge adı verilen kısmına da (galaksinin merkezindeki yoğun şişlik) dikkatinizi çekerim. Kendisi çubuklu yapıdadır ve ortasında bir karadelik olduğu düşünülüyor.



Devamını Oku!

Spirit Yola Devam Ediyor

NASA'nın Mars Keşif Aracı Spirit, geçtiğimiz günlerde uzun sürelik sessizliğini bozdu ve yeniden Arz'daki NASA mühendislerinden aldığı komutlar aracılığıyla hareket etmeye başladı. 8 Nisan'dan beri hareketsiz duran Spirit, birkaç normaldışı davranışı dışında hala sapasağlam.


Spirit'in geçtiğimiz günlerdeki hareketi yalnızca 1.7 metre sürmüş. Eh robot için küçük ama insa.. tamam sustum. klişelere yer yok burada. İşin ilginç kısmı Spirit, normal görevinin 20 katı daha fazla iş yaptı Mars'ta...

NASA mühendisleri JPL'de (Jet Propulsion Laboratory -hayalim) Spirit'in geleceği ve yeni komutlara ne denli tepki vereceğini tartışmış. Geçtiğimiz iki hafta boyunca Spirit, Arz'a sahip olduğu verileri yollamakta başarısız oldu. Dolayısıyla mühendisler, Spirit'in artık çöp robot olarak Mars'ta bırakılmasını tartışılıyorlardı. Şimdi ise Spirit'e bir haller oldu (Mars güneşi yaramıştır) ve yeniden harekete geçebilecek teknolojik yeterliliğe erişti. NASA yaptığı açıklamaya göre Spirit'te küçük çapta da olsa bir veri kaybı yaşanacağından eminmiş. Fakat kaybedilen veri, bekledikleri kadar fazla değilmiş. Bu güzel bir haber tabii. Mars'ı ne kadar hızlı araştırırsak o kadar hızlı koloni kurma girişimlerine başlayabiliriz.

"Ne de güzel olur gündoğumu (yoksa günbatımı mı?) Mars semalarında.."

Size şaka gibi geliyor değil mi? Gerçekleştiği vakit blog'umu Mars'tan yazarım size artık. "Şu an Mars Malibu'su içiyorum ve bu yazıyı giriyorum, burada hava çok güzel, biraz yakıcı bir hava ama olsun. En azından iki uydumuz var bizim".

Ahh hayallerde yaşıyor bazı astronomlar...

Devamını Oku!

Saturday, April 25, 2009

Güneş'imizin Gazabı

Hazır Güneş'ten bahsediyorken bir de sizlere bu arkadaşın ne kadar tehlikeli olabileceğinden bahsedeyim.



Güneş sandığımız kadar masum değil. Belki duymuşsunuzdur "Manyetik Fırtınaları". Güneş'in Korona bölgesinde (ki bu bölge bize kadar ulaşır aslında, ama düşük yoğunluklu olduğundan biz hissetmeyiz) oluşan patlamalarla birtakım gazlar açığa çıkar. Patlamadan kaynaklanan elektromanyetik dalgalar da bize kadar ulaşır. Bu da bizim iletişim sistemlerimizi (uydular, cep telefonları vs.) ve daha birçok şeyi etkiler. Modern toplumu rahatsız eden etkilerdir bunlar daha çok.


Kısacası doğal afetler sadece Arz temelli olmak zorunda değil. Bizim (biz dediğim tüm insanlık) bu konuyla ilgili çok fazla bir savunma mekanizmamız yok. Birçok astronoma göre ise artık bu duruma bir son vermeliyiz ve gelişen teknolojiyi göz önünde alarak Güneş'in manyetik fırtınalarına karşı bir savunma mekanizması geliştirmeliyiz. "Güneş dediğin ne ki, 150 milyon kilometre uzakta yahu" deyip geçmemeliyiz. Hele ki önümüzdeki senelerde birkaç tane büyük etki bırakabilecek manyetik fırtına bekleniyorsa, bu durum daha da ciddi bir hale dönüşüyor.

Devamını Oku!

Güneş Deyip Geçmeyin

İnsanoğlunun tarihinde Güneş çok önemli bir yere sahiptir şüphesiz. Eski medeniyetler, gökyüzünde böyle cıvıl cıvıl parlayan, baktıklarında gözleri uf olan bir cisim gördüklerinden dolayı kayıtsız şartsız bu cisme tapınmışlardır. Geceleri ise bu tanrılarının uyumaya gittiğini düşünürlermiş.

Of ben dayanamayacağım, ucundan biraz astronomi tarihine gireceğim sanırım..

Çok eski uygarlıklardan biri (kim olduklarını hatırlamıyorum, tuhaf bir isimleri vardı), gündüz ile gece kavramını şu şekilde açıklamışlar: Gündüzleri Dünya'nın üzerinde kocaman bir alev topu var. Bu alev topu kimi zaman sinirlenip yangınlar çıkarıyormuş (binlerce yıl önce yaz ayları daha sıcaktı tabii), kimi zaman ise kısa süreliğine bir yere gidermiş (tamamen kapalı bir havada Güneş'in gözükmemesi durumunda böyle diyorlarmış sanırım). Hatta Güneş ile kötü ruhların kimi zaman yer değiştirdiğine bile(!) tanık olmuşlar (birçok "eski dil" bilimcilerine göre elemanlar burada Güneş Tutulması adlı olayı izlemişler). Gece olduğunda ise alev topunun daha altında bir yerde, birileri bir şeyler örterlermiş. Dünya ile alev topu arasında bir örtü oluyormuş yani. Tabii bu örtü kusursuz bir örtü değilmiş ve arada delikler varmış. İşte bu deliklerden de alev topunun ışıkları gözüküyormuş. Eski insanların yıldızları tanımlamasına bakın hele. Ne kadar ilginç değil mi?

Astronomi tarihi ile ilgili ayrıntılı bir şeyler yazmayı düşünüyorum zaten (önümüzdeki günlerde blog'la ilgili birtakım sürprizler de sizleri bekliyor olacak)

Devamını Oku!

Friday, April 24, 2009

Hepimizden Önce Himiko Vardı...

Himiko, Japonların çok eski devirlerde yaşadığı belirtilen, ama kaynaklarda hakkında kesin bilgiler olmayan efsanevi bir kraliçedir. Bizdeki Nasreddin Hoca misali. Kendisi bir şamanmış da aynı zamanda. Japonya için çok önemli bir isim kısacası Himiko.



Peki bizim için niye bu kadar önemli? Çünkü evrenin en eski maddesel oluşumlarından biri keşfedildi ve ona Himiko adı verildi. Maddesel oluşum derken? Kısaca şöyle, çeşitli hesaplamalar sonucunda evrenin yaşının yaklaşık 13 milyar küsur yıl olduğu tespit edilmiştir. Dolayısıyla biz ne kadar uzağı gözlersek, evrenin o kadar genç halini görürüz demektir.

Himiko adı verilen bu gazsal oluşumun da bizden yaklaşık 12.8 milyon ışık yılı uzaklıkta olduğu tespit edildi. Yaaaani evren yalnızca yaklaşık 800 milyon yıl yaşındayken bu yapı ortaya çıkmış. E haliyle biz şimdi gözlüyoruz ya bunu hani, işte aslında evrenin 800 milyon yaşındaykenki halini gözlüyor oluyoruz. Kimbilir, belki bu gazsal oluşum çoktan dağıldı ya da bir şekilde kendini entropinin soğuk sularına attı.

İnatla üzerinde durduğum nokta anlaşılmıştır umarım. Açıkçası günlük hayata kapıp giden bizler için biraz sıradışı bir söylem bu. Olay özetle şu: evrende daha uzağa bakmak demek, geçmişe bakmak demektir.

Peki bu Himiko da ne ola ki? Böyle devasa gazlardan oluşan devasa bir gök cismi denilebilir. Yalnız hakikaten devasa... Zira kendisi tam 55.000 ışık yılı büyüklüğünde!

Keşfi gerçekleştiren Carnegie Enstitüsü astronomları da bu duruma şaşırmışlar. Şaşırmalarının sebebi şu:

Bu gaz oluşumu, günümüzdeki iricene bir galaksi büyüklüğünde. Fakat evren sadece 800 milyon yıl yaşındayken bu boyutlardaki bir galaksi, evrenin birçoğunu kaplar. 800 milyon yıl yaşındaki evrenin, şimdiki evrenimizin yalnızca %6'sını oluşturduğunu düşünürsek gerçekten de çok ilginç bir durumla karşı karşıya olduğumuzu anlarız.

Kaynak

Devamını Oku!

Monday, April 6, 2009

Çarpışan Arabalar!

Galaksiler ilginç topluluklardır. Bizim galaksimizin dışındaki galaksiler hakkında çok da fazla bilgimiz yok. Var ama, bizimki kadar yok.


İçerisinde olduğumuz yapıyı incelemek şüphesiz daha kolay. Burada bahsedeceğim galaksi üçlüsü ise bilim insanlarının ilgisini çeken bir yapı. Bu üçlü galaksi sistemine (küme denilemiyor) Arp 274 deniliyor.Şekil bakımından diğer galaksilerden farklı bir yapıdalar. Halton Arp tarafından kataloglanan peculiar galaxies (tuhaf görünümlü galaksiler) listesindeki 274. galaksi yapısı olduğu için Arp 274 ismi verilmiş.



Bu galaksiler birbirleriyle etkileşiyor. Kimisi çarpışıyor, kimisi diğerinden yıldız koparmaya çalışıyor. Gravitasyonel alanları o kadar büyük ki (kütleleri büyük olduğu için), ışık yılı mertebesindeki uzaklıklarda bile etkili olabiliyorlar. Arp 274 de tahmin edebildiğiniz üzere çarpışmaya yüz tutmuş üç galaksi gözlemleniyor. Ortak çekim alanları birbirlerinin şekillerini bozuyor ve içerisinde milyarlarca yıldızın doğumuna sebep olacak devasa patlamalar yaşanıyor.

Bizden 400 milyon ışık yılı uzakta olan bu üçlüye dair bildiklerimiz sadece gözlemlerden ibaret. Yani tam olarak açık değil oralarda olan biten. Ortadaki çarpışmada (görüldüğü üzere) birçok mavi renkteki B tipi yıldızlar doğuyor.

Halton Arp'ın Pekülyer Galaksiler atlasına buradan bakabilirsiniz.



Devamını Oku!

Tuesday, March 31, 2009

İkiz Dünya Her An Keşfedilebilir!

Uzun bir süreden sonra yeni bir yazı ile karşınızdayım. Anladım ki arayı uzun tutmamak gerekiyormuş, çünkü içerisinde bulunduğumuz bu dönemler insanoğlunun uzay ile ilgili büyük adımlar atmasına sahne olacak gibi..



Nedir mevzu hemen anlatayım. Benim de akademik olarak ilgimi çeken exoplanet'ların keşifleri son dönemde hız kazanmış durumda. Bundan ~10 sene önce bir exoplanet bulmak hiç kolay değilken (ki tarihleri 1988 senesine dayanıyor), artık tıpkı nötron yıldızlarının seri bir şekilde keşifleri gibi exoplanet'lar da (yani Güneş Sistemi dışındaki gezegenler) seri bir şekilde keşfedilmeye başlandı.

Bazı NASA astronomları aralarında "exoplanet'ların seri üretimine başlandı" diye espri bile yapmaya başlamış. Bu NASA astronomlarının espri anlayışlarına ayrıyaten hastayım ya neyse.

Keşifler için kullanılan yöntemler geliştikçe, keşif sayısı da artıyor pek tabii ki. Son dönemlere kadar çoğunlukla kendi sistemimizdeki Jüpiter gibi devasa gezegenleri keşfedebiliyorduk. Bunun sebebi, onlarca ışık yılı uzaktan sadece o kadar büyüklükte gezegenlerin görünür halde olmalarıydı. Zira hepimizin bildiği gibi gezegenler, yıldızların etrafında döner. Yıldızlar da ışık şiddeti bakımından son derece güçlü birer kaynak olduklarından, yakınlarındaki cisimlerin çoğunu gizlerler. E bizim teknolojimiz de bir yere kadar yetiyordu.

Fakat son iki haftada NASA ve ESA astronomlarından "Dünya benzeri exoplanet bulundu!" temalı bir haber sızmıştı. Bu kısa bir sürede fos çıktı. Şimdi ise yapılan açıklamalara göre "Evet, her an Dünya boyutlarında, Dünya benzeri atmosfere sahip, belki de içinde ilkel yaşam koşullarını barındıran bir gezegen bulabiliriz" deniliyor. Diyen kim? Harvard Üniversitesi'ne bağlı Smithsonian Astrofizik Merkezi'nden David Latham. Bu açıklamayı onaylayan diğer kurumlar arasında NASA ve Colorado Üniversitesi de var.

Bu Earth-Like olarak anılan (Dünya-benzeri) gezegenin özellikleri muhtemelen neler olabilir?

  • Benzer atmosfer yapısı
  • Kayaç yüzeyi
  • Atmosferinin içerisinde yoğun gaz barındırmaması
  • Etrafında döndüğü yıldızın dibinde olmaması
Durum böyle olunca akıllara gelen ilk soru "hayat?" oluyor. Artık bu soruya o kadar çok cevap arandı ki, artık kesin bir cevap bekliyor insanlar, astronomlar, profesörler. Hani varsa var, yoksa yok. Bilelim yani. Bilimsel olarak bir cevap da ben vermeye çalışayım:

Niye olmasın? Bilimsel açıdan uzayın derinliklerinde uygun şartları sağlayan bir gezegenin olmaması için bir engel yok. Yaşam için uygun şartların olmaması için de bir engel yok. Kısaca: olabilir, ama yok. Bu, hiçbir zaman olmayacağı anlamına gelmediği gibi, insanoğlu ömrü boyunca arasa bile bulamayabileceği anlamına da gelmektedir.

Dünya-benzeri gezegenimiz artık her an keşfedilebilir. Bu keşif için "radyal hız" tekniğini kullanıyorlar. Çünkü Dünya boyutlarında bir gezegeni, etrafında döndüğü yıldızın çevresinde bulabilmek için en hassas teknik bu radyal hız tekniğidir.

Bu yazıyı bitirmeden önce bir de anektod düşeyim;

1988'den beri toplamda 200-250 arasında bir sayıda Güneş Sistemi dışına ait gezegen keşfedildi. Bunların hepsi ortalama Jüpiter büyüklüğünde, ve hiçbirinde yaşam yok (koşullar bunu imkansız kılıyor).

E bu da kaynak.

Devamını Oku!

Monday, February 23, 2009

Vatikan'a Göre Uzaylılar Olabilir!

Hristiyan dünyasının başkenti Vatikan'da kilisenin baş astronomu José Gabriel Funes, Dünya dışında yaşamın olabileceğini, hatta bu varlıkların gelişmiş insanlar olabileceklerini söyledi. Yani dinen bir engel yokmuş.


Arkadaş diyor ki;



"O kadar galaksi var, her birinde milyonlarca yıldız var. Bu yıldızların neredeyse hepsinde bir sürü gezegen var. Hiçbirinde yaşamın olmadığı öngörüsü çok büyük bir optimistlik olur". E haksız sayılmaz. Vatikan'a göre hem tanrıya inanıp hem de yer dışı yaşam araştırılabilirmiş. Bilmediğiniz üzere ülkemizde extraterrestrial hayat için hiçbir çalışma yapılmıyor. Yapanın da bursu kesiliyor. Ve daha bir sürü engel çıkartılıyor karşısına. Bilmiyorum islamda da böyle geniş ölçekli düşünebilen astronomlar var mı ama bir din kendini nasıl dışarıya kapatır açık bir şekilde görüyoruz. Hiçbir dine karşı değilim ama yani araştırmadan etmeden "yok işte arkadaşım yok" demek bana biraz ters geliyor. Bilim araştırmaktır. Ateizmi desteklemez aslında. Bilimin sizden tek beklediği, araştırmalarına tanrıyı karıştırmamandır. Yoksa ister Allah'a inan, ister puta tap, ister inekleri kutsal hayvanlar yap. Öyle işte.

Ha değinmeden geçemeyeceğim. Kendisi bu teorik varlıklar için "Dünya dışı kardeşlerimiz" dedi. Bence komik.

Kaynak mı? İşte kaynak.

Devamını Oku!

Friday, February 20, 2009

Bir Garip Güneş Tutulması

Güneş tutulmalarını çok seviyorum. Güzel görüntüler çıkıyor. 29 Mart 2006'da Antalya Side'de ESA ekibiyle birlikte tutulmayı gözlemlemiştim. Bu işin okulunda okumak ayrı, uygulamalı olarak gözlem yapmak apayrı. 10 dakikalık bir sohbette bile birçok yeni şey öğrenmiştim. Neyse, konuyu dağıtmayayım. Gelelim konumuza;

Güneş tutulmasını az çok herkes bilir. Ay, Güneş ile Dünya'nın arasına girer, Güneş tutulur, Korona ortaya çıkar vs. Tipik şeyler bunlar.

Dünya'yı dolaşan bir gezginseniz hayatınız boyunca birçok kere tutulma izleyebilirsiniz. Geçtiğimiz günlerde (ki yaklaşık 10 gün önceye tekabul ediyor bu) Japon uzay aracı Kaguya, görevi sırasında Ay'ın yörüngesinde dolanırken bir de bakmışlar ki Güneş tutuluyor! Hem de ne tutulma.. Biz yıllarca Ay'ın Güneş'i kapamasını izlemiştik. Japon arkadaşlarımız da uzay aracından çektiği fotoğraflarla insanlık tarihinde ilk defa Dünya'nın Güneş'i kapamasını gösterdi.


Kafalar karışmasın. Aslında bu tutulma birçok kere oldu. Ama aramızdan kimse Ay'da sakin bir hayat sürmediği için hiç görüntülenmemişti. Kaguya ise bunu gerçekleştirdi ve olayı görüntüledi. Dünya'nın atmosferinin parlaklığına bir bakın. Atmosferimizi böyle görmek değişik bir şey.

Gönlünüzün astrofizikçisi olaraktan görevim, size bu tutulmayı her şeyiyle göstermek! Ben de hiçbir masraftan kaçınmadım ve Kaguya Uzay Aracı'nın çektiği tutulma videosunu sizlerle paylaşmayı uygun buldum. İşte o tutulma:

http://space.jaxa.jp/movie/20090218_kaguya_movie01_j.html

Devamını Oku!

Saturday, February 14, 2009

Uzaysal Sesler..

Atmosfer güzel bir şey yahu. Bağırıyorsun ediyorsun sesin yankılanıyor öyle.. Avazımız çıktığı kadar bağırabiliyoruz. Bir nevi deşarj oluyoruz. Tabii bunu kalabalık bir ortamda yaparsak ayıplanırız. Toplum kuralları vesaire.. Ya ben sonsuz uzayda bağırmak istersem? Bu pek tabii ki mümkün. Ne var ki deşarj olur musunuz bilemem. Yazu biraz bilimsel devam edecek mazur görün. Gerçi sonradan muhtemelen geyiğe baş vuracağım yine. Hadi bakalım;


Şimdi ses güzel bir şey. Nedir ses? Dalgadır. Bu dalganın yayılması için ortam gerekir. Dünya'da ses dalgaları, dalganın enerjisinin yettiği yere kadar dağılıyor. Ne güzel. Fakat uzayda durum böyle değil. Süper vakumlu ortam gibi düşünebiliriz uzayı. Ses dalgası yayınlanamaz. Zira ortam olmadığı için iletilemiyor. Fakat her dalga iletilemez diye bir şey yok. Elektromanyetik dalgalar pek tabii uzayda iletilebilir. Hem de sürtünmesiz ortam olduğu için, enerjilerini kısıtlayacak bir etken yok. Yani sonsuza (sonsuzluk kavramı apayrı bir şey. Bunu başka bir yazıda irdeleyeceğim) dek dalgalar yayınlanır. Kısacası bağırmanız sonucu yayılan ses dalgalarınızı elektromanyetik bir dalgaya çevirebilirseniz, uzayda sonsuza dek yayınlayabileceğiniz bir materyale sahip olmuşsunuz demektir.

Madem ses dalgalarımızı elektromanyetik dalgalara çevirebiliyoruz, bu işlemin tersi de mümkün müdür?

Pek tabii ki;

Gök cisimlerinden aldığımız radyo dalgalarını ses dalgalarına çevirerek çıkardıkları sesi tasvir eden dalgaları dinlemek mümkün. Ben en çok galaksinin merkezinden gelen ve pulsarlardan gelen seslerin hastasıyım. Sanki Contact filminde gibi hissediyorum kendimi. Daha fazla oyalamadan sizi bu seslerle başbaşa bırakayım;

http://www.spacesounds.com/
Devamını Oku!

Thursday, February 12, 2009

UFO Değil, Uydu!

Kimi zamanlar gecenin bir köründe gökyüzüne baktığımızda uçak olmadığından emin olduğumuz, ama ne olduğunu kestiremediğimiz hareketli cisimler görürüz. Bu cisimler öyle ani hareketlerle gelip gitmedikleri gibi, yer yer durup yer yer hızlanmazlar. sabit bir hızda, ışığında hiçbir değişim olmadan "Oha bu ne?" nidaları eşliğinde geçip giderler. Tahmin edeceğiniz gibi bu cisimler aslında Arz'ın çevresindeki binlerce irili ufaklı uydudan biridir (göreli büyük olanlarından).


Bazı uydular vardır ki bunların geçişlerini izlemek cidden zevklidir (bkz: uluslararası uzay istasyonu). Bazısı da ihtişamlıdır (bkz: iridyum parlaması). Biz amatör astronomların bu uyduların geçişlerini çıplak gözle izleyebilme imkanı bulunmaktadır. İhtiyacımız olan şeyler;

- Bir çift göz (ki default insan organlarından biri)
- Gözlemlenecek uydunun hangi tarihte hangi koordinatlarda olacağını söyleyen veri.
- Keyfe ve paraya bağlı olarak bir dslr makine (bu da default organlarımızdan biri olsa ya).

Her şey hazırsa başlayabiliriz. Uyduların geçişlerini belirten onlarca site var. Ben size en kullanışlı ve sade olanı söyleyeceğim. Aha söylüyorum: Heavens-Above. Siteye girer girmez zaten sağda ISS'in anlık pozisyonunu ve doğrultusunu görebilirsiniz. Sonra soldaki içeriğe bir bakalım;

i) En üstte configuration var. Yani kullanıcı ayarlarınız. Konumunuzu da buradan ayarlıyorsunuz.
ii) Bir altında Satellites var. Burada da başta Iridum olmak üzere diğer uyduların gün içerisindeki geçişleri, en yakın parlamaları vesaire yer alıyor.
iii) Bir altında da Astronomy kısmı var. Burası da genel astronomi ile ilgili içeriğin yer aldığı bölüm.

Sitenin kullanımı son derece basit. Eminim 5 dakikada siteyi her şeyiyle çözeceksinizdir. Iridium parlamaları ile ilgili bir başka güzel site de http://www.astrosat.net/us/flare.php'dir. Bakmanızı tavsiye ederim.
Devamını Oku!

Friday, February 6, 2009

Bilmediğimiz Dünyalar..


Gezegen denildiğinde ne anlıyorsunuz? Katı ya da Gazdan oluşmuş, periyodik bir yörüngesi olan dev kütleler yığını mı? Evet, genel anlamda gezegenin tanımı bu. Bu gezegenler sadece Güneş Sistemi'nde mi var? Tabii ki hayır. Güneş Sistemi dışındaki gezegenler, astrofiziğin son dönemde popülerleşen konularının başında geliyor. Bu gezegenlere exoplanet diyoruz. Gerçekten çok havalı bir isim..

Bu exoplanet'leri öyle teleskopa bakıp göremiyoruz. Zira bir yıldızın etrafında dolanıyorlar, ve yıldızlar bize o kadar uzak ki, onların ışığının yanında gezegenlerin görülmesini bekleyemeyiz. Nasıl anlarız ki? Ya yıldızının ışığına yaptığı dopler etkisinden ya da bir takım başka metodlardan anlıyoruz.


Bugüne kadar bulunan gezegenlerin hepsi Jüpiter büyüklüğünde devasa gaz kütlelerinden oluşan gezegenlerdi. Fakat Yeni Zelanda'daki bir gözlemevinde gravitational microlensing yönteminden yararlanılarak Dünya'nın yalnızca 3 katı büyüklüğünde bir gezegenin varlığı tespit edilmiş. Bu da Yer dışı yaşam için çok önemli bir gelişme. Düşünsenize Dünya benzer bir gezegen, hem de 3 katı büyüklüğünde. Herkese yetecek kadar yer var. Gerçi biz buluruz savaşacak bir sebep..

kaynak
Devamını Oku!

Karış Karış Mars!

Google süper bi firma yahu. Adamlar sayesinde uydudan karış karış Dünya'yı geziyoruz. Geçtiğimiz yaz fiziksel olarak tatile çıkamadım belki ama zihnen Dünya'yı dolaştım. Bahamalar mı dersin, Maldiv Adaları mı dersin artık sen seç. Şimdi gitsem avcumun içi gibi bilirim oraları. Hani şimdi NYC'ye gitsem rahat taksicilik yaparım. ESB'ye çıkan tüm kestirme yolları biliyorum şahsen. Hele sondan bir önceki sürümünde sokakları 3-Boyutlu dolaşabilmemizi sağlayan StreetView özelliği de eklendi, tam oldu.

Sonuç; Google süper bi firma yahu.

Arz ile yetinmeyen Google, kapağı uzaya attı. Her ne kadar Google Sky, planeteryum yazılımları arasında çok zayıf kalsa da (alternatif: Stellarium) sonuç olarak araştırmacı arkadaşların bilgisine bilgi kattığı bir gerçek. Çok yaşa Google gibi e mi. Rahat durmadınız ve Google Mars'ı, Google Earth'ün son sürümü 5.0'a entegre ettiniz.



Nedir bu Google Mars? Tıpkı Dünya gibi, Mars'ı karış karış gezmemizi sağlayan bir simulasyon. Peki biz Mars'ı bu kadar iyi nasıl biliyoruz? Yahu adamlar milyonlarca ışık yılı uzaktaki M31 Gökadası (nam-ı diğer: Andromeda Galaksisi) ile ilgili haritalar çıkarıyor, bırakın da Mars'ı karış karış bilelim.

Kraterleri, Percival Lowell kanallarını ve daha başka Mars'a ait bilgileri bu simulasyonda görebiliyoruz. Gerçekten başarılı. Tek bir eksisini gördüm. O da; Dünya üzerinde işaretlediğimiz yerlerin direkt olarak Google Mars'ta da çıkmasıdır. Bu bug en yakın güncellemede düzelir umarım. Şahsen Google Mars'taki kraterleri dolaşırken birden bire karşımda "Yazlığımız" işaretini görünce pek bir şaştım. Dediğim gibi, bunun dışında eksisi yok diyebilirim.

link: http://earth.google.com/
Devamını Oku!

So Say We All..

İsim bulma konusunda tam bir beceriksiz olduğumu sanırım anlamışsınızdır. Tan başlamadan önce isim seçme bölümüne gelmiş olmama rağmen, tan bittikten sonra anca bu ismi bulabildim. İsim bulma konusunda her zaman verimsiz olmuşumdur. Zaten yıllar önceki balığımın adı "balık", muhabbet kuşumun adı da "kuş"tu. Şimdi olsa yine aynı ismi koyarım. Sonuçta nüfus müdürlüğünden tasdiklemiyoruz ya. İstediğim an değiştiririm.

Blog'a isim vermek ise biraz daha farklı. Sade ve vurucu bir şey bulmalısın. Niye? Çünkü kolay ezberlenmeli, akıldan çıkmamalı, yaratıcı olmalı, marka değeri olmalı vs. vs. Bütün bunları "Kendini Markalaştırmanın 50 Yolu" tarzı kitaplardan öğrendim. Bilmem başarılı olabilecek miyim, bunu zaman gösterecek.. Zaman her şeyin ilacıdır derler (bi yıllardır süregelen baş ağrıma ilaç olamadı).

Herkese merhabalar demiş miydim? Merhaba falan. Bu blog'u sık kullanılanlarınıza eklerseniz, üstüne bir de takip ederseniz şahsen çok sevinirim. Niye? Herkes okunmak ister. Yıllardır yazarlık yapmış biri değilim. Sadece bir senem profesyonel yazarlık yaparak geçti. hani 2 sene olsa "yıllardır" diyebileceğim. Şu haliyle kurtaramıyorum. Yazmak güzeldir. Zihni açar, düşünce yollarınızı geliştirir, kendinizi daha iyi ifade edersiniz vs. vs.

Daha ilk post'tan uzattıkça uzatıyorum. Kısa keseyim. Bu blog'da başta
uzay ile ilgili haberler olmak üzere müzik, sinema, hayatın içinden (çok klişe oldu yahu) yazılar yer alacak. E alsın bakalım.


Devamını Oku!

Karanlık Madde ile Karanlık Enerji Aynı Şey mi?

Astrofizikçilerin yıllardır çözemediği fenomen olarak bildiğimiz evrenin barındırdığı maddelerin ne olduğu gizemi, St. Andrews Üniversitesi astronomları tarafından farklı bir boyuta taşınıyor. Bilindiği üzere tüm galaksiler, galaksilerin içerisindeki gök cisimleri ve diğer gözlemleyebildiğimiz tüm cisimler, evrenin yalnızca %4’lük bir kısmını kaplıyor. Geri kalan %96’lık kısmın ne olduğu konusunda iki tane teori mevcut. Bunlar karanlık madde ve karanlık enerji. Karanlık maddenin de teoride ne olduğu konusunda önemli bulgular edinmiş durumda, fakat tek başına sadece evrenin %55’ini kapladığından dolayı geri kalan boşluğu doldurmak için karanlık enerji denilen, ve henüz teoriler tarafından desteklenmeyen bir kavram mevcut. Varlığı biliniyor, fakat ne olduğu henüz bilinmiyor.

St. Andrews astronomlarının ortaya attığı iddiaya göre karanlık madde ile karanlık enerji aynı şey! Dr HongSheng Zhao’ya göre bugüne kadar birbirinin tamamlayıcısı olarak görülen karanlık madde ile karanlık enerji, aslında iç içe geçmiş iki materyal. Daha doğru bir ifadeyle karanlık madde ve karanlık enerji, tıpkı bir paranın yazı ve turası gibi bir materyalin iki farklı yüzü. Karanlık madde ile ilgili birçok çalışma mevcut, aynı şekilde karanlık enerji ile ilgili bilinmezliklere bir nebze açıklık getirildiği anda karanlık maddenin de gizeminin çözüleceği düşünülüyor.

Dr Zhao işi daha da ileri götürüp, eğer iddiasının doğruluğunu kanıtlayabilirse, karanlık enerjinin tam 60 yıl önce halihazırda karanlık maddenin maskelediği materyal olarak zaten ortaya çıkarıldığını iddia ediyor.


Devamını Oku!